16 Ekim 2012 Salı

'Puset' Halleri


Artık pusetsiz yürüdüğümde, elimi kolumu nereye koyacağımı bilemeyen bir insan kıvamına geldim. Öyle ki, geçen gün avm'de puseti babaya vererekten , normal hatunların yaptığı gibi bir kaç mağazayı dolaşayım dedim. Evin erkekleri de iki tur atsınlar, beni beklesinler dışarda, falan filan. Girdiğim ilk mağazada hemen afakanlar bastı. Zaten alışverişden nefret eden yegane hatun kişisi olduğumu düşünüyorum şu dünyada, bir de bebek halleri sebebiyle iyice ayrı olunca, uzaylı gibi kaldım. Kendimi dışarı zor atıp bizimkilerin yanına gidicem ama yoklar. Oğlan mızmız yapmış olmalı ki babası gezdiriyor muhtemelen. Hadi bulurum ben onları diyerek yavaş yavaş ilerliyor, bir yandan da vitrinlere bakıyorum.Vitrin bakma hadisesi, alışverişe göre daha zevkli zannımca. Zaten en güzel şeyleri de vitrinlere koyuyorlar, vitrine bakıp beğenip de içerde aynı kombini bulduğum olmadı daha. Neyse alışveriş mevzusu, asıl konunun önüne geçmeden devam edeyim. Böyle ilerlerken kendi yansımam dikkatimi çekti, tek başıma, elimde sadece küçük çantam yürüyen bir tip. Allah'ım pusetsiz ne garip görünüyorum. Daha şişman göründüğüm zaten apaçık ortada ama bir de işin psikolojik boyutu var ki çok fena. Bebeklerini slingle falan taşıyan anneler - ki ben de çok isterdim bunu ama olmadı - eminim daha çok bağlanıyorlardır bu yeni fiziksel durumlarına. Annelik ve lohusalık gerçekten acayip birşey arkadaş. 
Puset,  hem fiziksel hem psikolojik bağlılık yaratıyor falan, buraya kadar becerebildiysem bunu anlatmak istedim. Bir de, bu puset sürme olayının, anne açısımdan konformist duyguları köreltmesi gibi bir özelliği var. Ve bunda suçlu olan kesinlikle ne anne, ne bebe, ne de puset. Kesinlikle kaldırımlar ve yollar. "Yollarda ne işin var" demeyin! Kaldırımlar genellikle arabalarla işgal halindeyken, yürüyecek başka yer olmuyor zaten. Bebeği, oto koltuksuz arabayla, iki adımlık bakkala  bile götürmeyen ben, mecburi haller yüzünden vızır vızır geçen arabaların yanında yürürken buluyorum kendimi. Hadi şanslıyız ve yürüdüğümüz istikamette, kaldırımda seyir ediyoruz diyelim. Bu sefer engelli rampası olmaz kaldırımda, olursa tam rampanın ortasında ya bir ağaç ya bir telefon/elektrik kutusu mu bilmediğim bazı oluşumlar olur.  Kaldırım genişse, engelli rampası mükemmelse, hadi gidelim ferah ferah diyemezsiniz. Bu sefer de kendilerine insan denmeyecek anlayışsız yaratıklar, seni geçmek için pusetin önüne atar kendini, teker ayağına çarpınca homurdanır. Sen karşıya geçmek için beklerken, "yolun ortasında beklemeyin!" diye söylenir. Yolun ortası dediği yer kaldırımdır tabi ki. Bazıları da size yol veren falan olduğunda, pazarda mesela, önünüze atlayıverir, açılan yoldan kendi sıyrılır. Hani ambulansa yol vermeyip, arkasından giden tipler gibi. Sinir harbi sinir harbi şeklinde devam eder bu örnekler, eminim daha beterlerini yaşamışsınızdır.
Bir de toplu taşıma hadisesi var. gerçi biz henüz sadece metroyu tecrübe ettik, otobüs yada minibüse binmedik bebekle/pusetle. Metro , neyse ki rahat. Asansör var, nefessiz kalacağın kadar havasız ve sıcak olsa da, en azından var. Engelliler ve bebek arabaları için var. İşte bu noktada, zaten hali hazırda yürüyen merdiven varken, asansör bekleyen yurdum insanına ne diyeceğimi bilemiyorum. Daha geçen gün önümüzde bizimle beraber asansör bekleyen 4-5 kişi , belki 10 dakika asansörü bekledikten sonra, suratıma baka baka bindiler. Yer olsa binecektim, o havasızlık, o kalabalık umrumda değildi çünkü oğlan mızmız etmeye başlamıştı. Ama asansör onlar binince doldu ve bana , pusete ve koca çantamıza yer kalmadı tabi. Yüzüme bakmaya devam ediyorlardı içerden, asansörün kapısı kapanırken. Burdan sonrasına bir yorum bile yazmıyorum, zira şu satırları yazarken sinirden titredim resmen.
Pusetli haller işte... Herkese bol konforlu yolculuklar dileriz.