24 Aralık 2012 Pazartesi

2012 biterken

bir yıl daha bitiyor!
40 gün ne zaman geçecek diye saatleri sayarken, 
bir baktım oğlum 19 aylık olmuş...
bir bakıcam 19 yaşında (inşallah)

bu gece okuduğum şu yazıdan öyle etkilendim ki...
acemiliğim, şaşkınlığım hepsi daha dün gibi,
ama hala bugün gibi...
ah zaman!
hep anılarla
ama güzel anılarla dolu ol...
imkansız da olsa bu dilediğim,
acımasız olma bize...

herkese şimdiden mutlu yıllar...

6 Aralık 2012 Perşembe

Doğum Hikayemiz

Doğum hikayemizin, bu blogdaki ilk yazım olmasını isterdim ama elde olmayan sebepler yüzünden ancak ekleyebiliyorum, neyse geç olsun güç olmasın :)
Oldukça rahat, sıkıntısız bir gebelik geçirdim. 13. Haftaya kadar süren rutin bulantılar ve son haftalardaki mide yanmaları dışında – ki elimde Gaviskon şişesi sokakta dolaştığım bile oldu - ciddi bir şikayetim olmadı diyebilirim. Hergün yürüyüş yaptım, 5. Kattaki evimize (asansör yok) günde bir kaç kez inip çıktım. Hamilelik çok hoşuma gitmişti  , 9 ay değil 19 ay dolaşırım böyle diyordum. 
40. haftam, 25 mayısta doluyordu . 36. Haftadan itibaren her hafta kontrole gidiyordum, NST’ ye girmek için. Her şey yolundaydı ama beni tek endişelendiren, doktorumun , tam da benim 40. Haftama denk gelen günlerde seminer için şehirdışında bulunacak olmasıydı. 39. Haftaya başlamadan bir gün önce, 17 mayısta, kontrole gittim yine. 30 dakika boyunca NST ye bağlandım. Ben hiç sıkıcı bulmadım bu NST olayını. Oğlumun kalp seslerini duymak çok hoşuma gidiyordu. Neyse, herşey normal devam ediyordu, hala ve henüz hiç kasılmam yoktu. 19-21 mayıs arasında doktorum yoktu , eğer o günler arasında sancılanırsam , beni başka bir doktora yönlendireceğini söyledi. Doktordan çıkışta eşimin işyerine yürüdüm, yolda otobüs duraklarında oturup dinlenerek tabi . 
O akşam eşim, “Hastane çantasına neler koydun, bir daha kontrol edelim” dedi. Yeniden düzenledik beraber. O sırada yoğun bir akıntı hissettim. Zaten hamilelik boyunca akıntılarım oluyordu. Ama banyoya gidince anladım ki, bu oldukça yoğun ve hafif pembe, nişan denilen akıntıydı. Aklımdan ilk geçen, daha önce okuduklarım oldu :  “..nişan geldikten 3 gün sonra da doğum başlayabilir, 1 gün sonra da … “  Bir yandan da  “acaba doktorum gitmeden doğum olur mu, yoksa yoksa…”  falan diye kendi kendime söyleniyordum. Hep  hayırlısı olsun diyordum ama aklımda bir tek bu vardı nedense. Onun dışında sakindim, ne bir korku ne heyecan. Normalde öyle evhamlı bir insanımdır ki ben bile şaşırıyordum bu halime. Zaten başından beri, inşallah herşey yolunda gider ve normal doğum yaparım diye çok dua etmiştim. Şimdi de tek istediğim , herşeyin yolunda gitmesi, normal doğum yapmak, sağlıkla oğlumuzu kucağımıza almak ve mümkünse doktorumun yanımda olmasıydı. Gebelik geçirenler beni anlarlar sanırım, iyi ve güvendiğiniz bir doktora alıştığınız zaman bu çok önemli oluyor.
Eşime ve o akşam bizde olan anneme durumu anlattım. İkisi de heyecanlarını belli etmemeye çalışırken çok komiktiler.  Ertesi gün enerji ihtiyacım olur diye ( daha önce okuduğum tüm doğum hikayelerinde böyleydi ) erkenden yattım ve yine çok şaşırtıcı, hemen uyudum. Sabah 5 gibi tuvalete gitmek için kalktığımda, belli belirsiz bir adet sancısı vardı. Herkes ilk doğum geç olur diyordu, karnımın ne kadar yukarda olduğunu görenler daha 3 haftan falan var diyordu ama meğer bebişim karnımda son gecemizmiş, ertesi gün dünyaya gelmek isteyecekmiş. 
Sabah uyandığımda, belli belirsiz adet sancısı devam ediyordu. Süre tutmak istedim , düzensizdi, yeniden uyumuşum. Saat 10 gibi kalktım yeniden, annemle kahvaltı yaptık, hep okuduklarım aklıma geliyordu, iyice doyurdum karnımı enerji ihtiyacım olur diye. Hafif kasılmam vardı ama buna sancı mı denir kasılma mı bilmiyorum, canım yanmıyordu ki, hatta hoşuma gidiyordu.
Kasılmaların düzene girmesini bekledim ama belli bir aralıkları yoktu , doktorumu aradım. “Gel bakalım” dedi. Eşimi aradım, onun eve gelmesini beklerken, internette vakit geçirdim biraz. Hatta, Blogcuanne Elif, Facebook’ta , “19 Mayıs tatilinde nereye gidiyorsunuz” tarzı bir soru sormuştu. Yanıtladım : “..galiba doğuma gidiyorum  :) , diye. 
Eşim geldi sonra ve valizimi de her ihtimale karşı bagaja koyup doktora gittik. Alsancakta park yeri bulmak ne mümkün, 1-2 tur attık, tam da öğlen vakti, yer yok. En iyisi fuara bırakalım , yürüyelim dedik. Hava öyle güzel ki, ne sıcak bunaltıyor, ne güneş çok yakıyor, yazdan önceki harika bahar havalarından. Kasılmalarım oluyor, derin derin nefes alıyorum, içimden gülmek geliyor habire, böyle yürüdük doktorumun muayenehanesine. Ama çok kalabalık, 13.30 gibi vardık nerdeyse 1 saat bekledik.  Saate bakıyorum bu arada, sancılar hala 10 dakika, bazen 15 dakika aralıklı...
Sonunda sıramız geldi, önce NST odasına girdim, ama doktorum,” Muayene edelim daha iyi” dedi, öbür odaya geçtim. Ve sonuç 3,5 cm açılma, doğum başlamış meğer. “Hemen hastaneye gidin, siz  yatış işlemlerine başlayın ben arkanızdan geliyorum. Böyle devam ederse süreç, bu gece doğum gerçekleşir” dedi doktorum.
Biraz şaşkın, hafif heyecanlı, valizimizi almak üzere arabamızı park ettiğimiz fuara yürümeye başladık. Eşim taksiye binelim, yürüme iyi hissetmiyorsan dedi. Aksine şimdi daha çok yürümek istiyordum, yine güle oynaya, yolda annemlere ve kızkardeşime haber vererek hastaneye yürüdük. 
Hastane de herkes güleryüzlü, bizi odamıza aldılar , eşim işlemler için aşağıya indi. Bir hemşire geldi, üstümü değiştirdim ve lavman yapıldı. Hiç de abartıldığı gibi bir işlem değildi, korktuğum kadar rahatsızlık vermedi. Daha sonra epidural kateter takılması için başka bir yere gittik. Bu işlem de çok kolay oldu, üstelik bu arada kasılmalarım oldukça sıklaşmış ve artmıştı. Hemşire odaya döndükten sonra , muayene edelim dedi ama bu muayene çok canımı yaktı ve biraz bağırdım. “3 cm kadar açıklık” dedi. İmkansız dedim, 1.5 saat önce doktorum 4 cm e yakın demişti. Sanırım hemşire canımı yaktığı için ben kendimi kasmıştım ve düzgün muayene edememişti. Sonra neden bilmiyorum bana serum bağladılar, sanırım suni sancıydı, kasılmalarım birkaç dakika içinde sıklaştı, öyle arttı ki gerçekten sancı diyebilirim artık. Öyle sancım vardı ki, o sırada annemler falan hastaneye gelmişler , onları bile farketmedim odada.  Epidural istedim , ilk doz yapıldı ama sanki hiç etki etmemişti ben hala sancı çekiyordum, üstelik sancıların arası yoktu, süre falan tutmak ne demek, 2 saniye durmuyordu bile. Hemşire beni tekrar muayene edince bunun sebebi anlaşıldı, açıklık tam, doğum başlıyor dedi. Halbuki daha 15 dakka önce 3 cm demişti, hastaneye geleli 2 saat olmadan 10 cm olmuştu.  Çok hızlı açılma gerçekleştiği için sancım da bu kadar çok olmuştu. O sırada doktorum geldi, onu görünce sevindim ve rahatladım. Galiba epidural de etkisini yavaş yavaş gösteriyordu. 
Beni doğumhaneye aldılar, artık iyice rahatlamıştım, kasılmaları hissediyordum ama canım yanmıyordu. Epidural yüzünden ıkınma hissi gelmediği için, doktorum kasılamaları kontrol ederek bana ne zaman ne yapacağımı söyleyecekti. İlk birkaç sefer beceremedim, biraz moralim bozuldu, sanki, çok süre geçmiş ve bebeğim sıkıntıya girecekmiş gibi hissediyordum. Doktorum endişelenmememi, herşeyin yolunda olduğunu söyledi. Birkaç kez daha denedikten sonra,  yine olmadı galiba derken oğlumun tüm odayı dolduran sesini duydum. Canımız, oğlumuz, Murat Eren, Fenerbahçeli babasına jest yaparcasına, saat  “19:07” ‘de artık kollarımdaydı. Hastaneye geldikten 3 saat , doğumhaneye girdikten 35 dakika sonra.  Gözlerini hiç kırpmadan gözlerimin içine bakıyordu sanki “Ben geldim işte” der gibi. 
Benim dualarım kabul oldu ve çok şükür rahat, kolay ve kısa sürede doğum yaptım. En başından itibaren , normal doğum yapmak istediğimi doktoruma söyledim, tıbbi bir gereksinim olmadığı sürece sezaryeni aklıma getirmek istemedim. Çevremden, ailemden ve tabi ki özellikle eşimden her zaman destek ve güç aldım. Hamilelik boyunca tüm olumsuz hikayelere kulaklarımı kapadım. Epizyo dikişleri yüzünden birkaç gün yaşadığım hafif ağrı dışında, normal doğum benim için tek kelimeyle konforlu bir deneyimdi. 18 Mayıs, hayatımın en mutlu günü oldu .  Umarım tüm anne adayları sağlıkla bebeklerini kucaklarına alırlar. 

16 Ekim 2012 Salı

'Puset' Halleri


Artık pusetsiz yürüdüğümde, elimi kolumu nereye koyacağımı bilemeyen bir insan kıvamına geldim. Öyle ki, geçen gün avm'de puseti babaya vererekten , normal hatunların yaptığı gibi bir kaç mağazayı dolaşayım dedim. Evin erkekleri de iki tur atsınlar, beni beklesinler dışarda, falan filan. Girdiğim ilk mağazada hemen afakanlar bastı. Zaten alışverişden nefret eden yegane hatun kişisi olduğumu düşünüyorum şu dünyada, bir de bebek halleri sebebiyle iyice ayrı olunca, uzaylı gibi kaldım. Kendimi dışarı zor atıp bizimkilerin yanına gidicem ama yoklar. Oğlan mızmız yapmış olmalı ki babası gezdiriyor muhtemelen. Hadi bulurum ben onları diyerek yavaş yavaş ilerliyor, bir yandan da vitrinlere bakıyorum.Vitrin bakma hadisesi, alışverişe göre daha zevkli zannımca. Zaten en güzel şeyleri de vitrinlere koyuyorlar, vitrine bakıp beğenip de içerde aynı kombini bulduğum olmadı daha. Neyse alışveriş mevzusu, asıl konunun önüne geçmeden devam edeyim. Böyle ilerlerken kendi yansımam dikkatimi çekti, tek başıma, elimde sadece küçük çantam yürüyen bir tip. Allah'ım pusetsiz ne garip görünüyorum. Daha şişman göründüğüm zaten apaçık ortada ama bir de işin psikolojik boyutu var ki çok fena. Bebeklerini slingle falan taşıyan anneler - ki ben de çok isterdim bunu ama olmadı - eminim daha çok bağlanıyorlardır bu yeni fiziksel durumlarına. Annelik ve lohusalık gerçekten acayip birşey arkadaş. 
Puset,  hem fiziksel hem psikolojik bağlılık yaratıyor falan, buraya kadar becerebildiysem bunu anlatmak istedim. Bir de, bu puset sürme olayının, anne açısımdan konformist duyguları köreltmesi gibi bir özelliği var. Ve bunda suçlu olan kesinlikle ne anne, ne bebe, ne de puset. Kesinlikle kaldırımlar ve yollar. "Yollarda ne işin var" demeyin! Kaldırımlar genellikle arabalarla işgal halindeyken, yürüyecek başka yer olmuyor zaten. Bebeği, oto koltuksuz arabayla, iki adımlık bakkala  bile götürmeyen ben, mecburi haller yüzünden vızır vızır geçen arabaların yanında yürürken buluyorum kendimi. Hadi şanslıyız ve yürüdüğümüz istikamette, kaldırımda seyir ediyoruz diyelim. Bu sefer engelli rampası olmaz kaldırımda, olursa tam rampanın ortasında ya bir ağaç ya bir telefon/elektrik kutusu mu bilmediğim bazı oluşumlar olur.  Kaldırım genişse, engelli rampası mükemmelse, hadi gidelim ferah ferah diyemezsiniz. Bu sefer de kendilerine insan denmeyecek anlayışsız yaratıklar, seni geçmek için pusetin önüne atar kendini, teker ayağına çarpınca homurdanır. Sen karşıya geçmek için beklerken, "yolun ortasında beklemeyin!" diye söylenir. Yolun ortası dediği yer kaldırımdır tabi ki. Bazıları da size yol veren falan olduğunda, pazarda mesela, önünüze atlayıverir, açılan yoldan kendi sıyrılır. Hani ambulansa yol vermeyip, arkasından giden tipler gibi. Sinir harbi sinir harbi şeklinde devam eder bu örnekler, eminim daha beterlerini yaşamışsınızdır.
Bir de toplu taşıma hadisesi var. gerçi biz henüz sadece metroyu tecrübe ettik, otobüs yada minibüse binmedik bebekle/pusetle. Metro , neyse ki rahat. Asansör var, nefessiz kalacağın kadar havasız ve sıcak olsa da, en azından var. Engelliler ve bebek arabaları için var. İşte bu noktada, zaten hali hazırda yürüyen merdiven varken, asansör bekleyen yurdum insanına ne diyeceğimi bilemiyorum. Daha geçen gün önümüzde bizimle beraber asansör bekleyen 4-5 kişi , belki 10 dakika asansörü bekledikten sonra, suratıma baka baka bindiler. Yer olsa binecektim, o havasızlık, o kalabalık umrumda değildi çünkü oğlan mızmız etmeye başlamıştı. Ama asansör onlar binince doldu ve bana , pusete ve koca çantamıza yer kalmadı tabi. Yüzüme bakmaya devam ediyorlardı içerden, asansörün kapısı kapanırken. Burdan sonrasına bir yorum bile yazmıyorum, zira şu satırları yazarken sinirden titredim resmen.
Pusetli haller işte... Herkese bol konforlu yolculuklar dileriz. 

10 Ağustos 2012 Cuma

Bugün günlerden....?

Sabah uyandım ve bugün günlerden neydi diye baya bi düşündüm. Sonra cuma olduğunu idrak edince sevinç çığlıkları attım. (Yine içimden çığlık attım tabi :)) Günleri bile unuttuğum, karıştırdığım oluyor çünkü hem çok uzun hem çok kısa, bir acayip geçiyor bu günler.

Tek başına, tüm gün oğlumla, evde nasıl vakit geçirsem, nasıl oyun oynasam, nasıl ve ne yedirsem şeklinde geçen günlerimiz, "an"ı yaşarken bazen beni delirtecek gibi olsada, aslında vakit çok çok hızlı geçiyor. Benim minik kuzum, paşa oğlum, (evet anne olmadan önce nefret ederdim çocuklarını böyle adlandıranlardan) 8 gün sonra 15 aylık olacak. 15 ay.... geçen yıl bu zamanlar (şarkı gibi :)) ne kadar acemi,  telaşlı,  korkak ve  evhamlı olduğumu hatırlıyorum da... Haa şimdi süper ötesi bir bilgelik çökmüş değil üzerime, hala acemiyim sanırım hiç bitmeyecek bu, devamlı büyüyen ve her hali bir öncekinden farklı bir organizma karşısında (Allahım az önce paşa dediğim oğluma organizma diyorum ) başka nasıl acemi olunmaz ki. Ama eskisi kadar telaşlı ve korkak değilim. Üstelik herkesin heryerde felaket tellalı gibi söylediği şekliyle, evet çocuk özellikle 1 yaşından sonra çok çok hareketleniyor. Ama artık alışıyorsun bu tempoya ve mini mini bir bebekken yatırdığın yerde öyle mırıl mırıl oynarken ki hallerinden  (ayy çok özledim o hallerini de ) daha bi sakin ve telaşsız olduğun için, bu süper ötesi hareketlilik, ilginçtir ,kolay geliyor. 

Kolay işlerimin başına döneyim, buraya yazayım da unutmayayım, hamilelik hallerimi de ara ara yazmak istiyorum, hem hatırlamak hem de özlem gidermek için. ( Evet hamileliğimi özlüyorum, deliyim ben :P) Görüşürüz...

10 Haziran 2012 Pazar

ve artık 13 aylık :)

Vakit az, yazacak şey çok... Günlerdir başbaşayız oğlumla, babası iş seyahatinde. İlk kez bu kadar ayrı kaldık, üstelik ayrı kıtalardayız, farklı saat dilimlerinde.
Anneanne ve dede desteğiyle bu zor günlere göğüs germeye çabalarken, bir yandan da aklımda yine kısa kısa notlar, bloga yazı yazamamamın endişesi. Ama yok, vakit yok. Boş kaldığım yarım saatlik yada iyi günümüzdeysek 1 saatlik gündüz uykularında, resmen hangi işin peşinden gitsem diye deliriyorum. Uykusuz bir gece geçirmişsek uyumam gerek diyorum. Ama her zamanki gibi ben de gündüz uykusuna niyetlendiğimde, 20 dakikada uyanıyor bizimki.  Eğer ben uyumazsam,  2 saat uyuyacağı tutuyor. Çok farklı çalışan bir sensörleri var orası kesin :)
Geçtiğimiz günlerin en önemli olayı , son doktor kontrolümüzdü. Her zamanki gibi,  "Az kilo almış neden almamış, hadi mama takviyesi yapalım" moduna girdi sevgili!! doktorumuz. O an çocuğum zafiyet geçiriyor ve ben ona bakamıyormuşum hissiyle, kadın ne derse "Peki peki" diyordum. 1 yaş bebesi, boy 76 cm, 9 kilo, yani öyle topak tombalak bir çocuk değil, genleri zaten müsait değil ama zafiyet de geçirmiyordu benim oğlum. Her gün protein ve karbonhidrat takviyeli mama da nerden çıktı değil mi ama.. Tabi bunları ancak doktordan eve gelip sakin kafayla düşününce bulduk eşimle. Ve terkettik doktorumuzu. Farkettim ki oğlan doğduğu günden beri, zaten müsait olan yapıma daha fazla evham tohumları ekmekten başka bi şey yapmamıştı.
Neyse bu sıkıcı konuyu kapatıp, son günlerin hatta ve hatta bugünün en güzel olayına geçiyorum. Artık bi kalkışta 5-6 adım yürüyebiliyor bizim afacan. Bugün ilk adımlarını bana doğru atıp üstelik 5 adım sonunda kendini kucağıma atmasıyla tabi ki bende musluklar açıldı yine.  Babasının bunu kaçırması gerçekten çok çok yazık :(
Yine içimi kıpır kıpır ettiren bir başka marifeti ise sarılmayı iyice öğrenmiş olması hatta kendince beni öptüğünü sanması. Yani ağzını açıp yanaklarımı ıslatmaktan ibaret ama, hadi öp bakalım anneyi deyince sarılıp öpüyor ya , işte o  dünyalara bedel.

22 Mayıs 2012 Salı

Nice yıllar canım oğlum...

Canım oğlum,
Yazarken bile kocaman geliyor, sen artık 1 yaşındasın :)
Ben bu yazıyı bir kaç gün gecikmeli yazıyorum, sen aslında 18 mayıstan beri  1 yaşındasın. Geldi geliyor, nasıl olacak derken partimizi de yaptık. Gerçi sen pek  farkında değildin heyecanımın, sanki senin için değil de kendim içindi bu kutlama daha çok. Şimdiden öğren, aklında yer etsin ; annen bayılır doğumgünlerine, özel günlere, hediye almalara / vermelere, o partileri düşünüp hayal kurmaya, arkadaşlarına sevdiklerine sürprizler yapıp onları özel hissettirmeye ve tabi aynısının kendisine yapılmasına... Yengeç burcuyum be annecim, yaradılışım böyle işte. :) Neyse gelelim kutlamamıza : Yakın arkadaşlar ve aile derken yine yirmi kişiyi aştı sayımız, ama korktuğum gibi olmadı, pek rahatsız etmedi seni o kadar insan , kahkaha , ses vs. Biraz şaşkın biraz uykulu bakınıp durdun etrafa. İlk yaşın şerefine bolca  baktın ev yapımı ikramların tadına. Gayet farkındaydın, " Bir olay oluyor bugün bu evde ve sanırım benim için" diye... Yorucu ama çok mutlu bir gün geçirdik, aynı doğduğun gün gibi. İyi ki doğdun canım oğlum. Nice nice sağlıklı yaşlarını hep beraber kutlayalım inşallah.

15 Mayıs 2012 Salı

Uykucu...

"Her anne bir gün uyku eğitiminden bahsedecektir". Bu cümleyi birinden duydum yada okudum şimdi hatırlamıyorum . Ama ne kadar doğru olduğu su götürmez bir gerçek.
Oğlumuz Murat doğduğunda, o en acemi günlerde özellikle, uykuya dalma ile ilgili çok problem yaşadık. Acemiliğin ve etraftaki büyüklerin telaşlandırmasıyla, önce aç sandık. Doyuyor gaz yapıyor sandık ama hayır , hiçbiriydi. Oğlumuz uyumak istiyordu ve uykusu bölündüğünde yada uykuya hemen dalamadığında sinirleniyordu. Ne kadar büyük konuştuysam, anne olmadan önce ne kadar ahkam kestiysem hepsini bir bir yaladım ve onu sallayarak , pışpışlayarak, pusetinde gezdirerek uyutmaya başladım hatta ilk 8 ay, bebek hamağı aldık öğle uykuları için. Gecede 10 kez kalktığımda oldu, 1 kez kalktığımda. Ha büyüme evresi, ha diş çıkarıyor, ha bugün çok gezdik dışarda yoruldu falan derken, bugünlere geldik. Gerçi bundan 2 ay önce, Murat 10 aylıkken, onu artık kendi odasına transfer ettik, bunu da açıklamam lazım. Taşınma arifesindeydik, yeni evimize geçtiğimizde zaten artık kendi odasında yatmasını istiyordum. Ama hem yeni ev hem yeni oda değişikliği ona fazla gelir mi acaba diye düşündüm ve taşınmadan bir kaç hafta evvel ilk değişimi gerçekleştirdim. Neyse ki korktuğum gibi olmadı, sanki doğduğundan beri kendi odasındaymışcasına hemen uyum sağladı bizim afacan. Üstelik sabahın 5'inde 6'sında uyanıp, beni isteyen bağıran çocuk, kendi odasına geçince, bir iki mızmızlanma ardından yatağına bıraktığım oyuncaklarla oyalanır hatta uykuya yeniden dalar oldu.
Öyle böyle derken, yeni eve taşınmış, yeni düzeni de kurmuşken, bir kaç gün önce odasında oynuyorduk ki uykusu geldi   ve yerde parmağını emmeye ve battaniyesiyle oynamaya başladı. Ben de yanına uzandım, normalde buna teşebbüs ettiğimde hemen  geri kalkar mızmızlanırdı. Bu sefer yüzüme dokunmaya başladı, iyice sokuldu bana. Bir kaç sefer kalkmaya yeltendi, çok zorlamadım, hafifce yeniden bana doğru çektim, sırtını falan okşadım, yeniden mayıştı. Ve 20 dakika sonra uyumuştu. Önce fazla sevinmek istemedim belki tek seferliktir diye ama o günden beri özellikle gündüz uykularına böyle dalar olduk. Mutluluğuma diyecek yok tabi. Kendi kendine bu aşamaya geçmişti ben bir şey yapmamıştım.Daha önce denemedim mi, elbette denedim, ama yatır- kaldır yöntemini her denediğimde, ağlamaktan sesi kısılmış ve sinirli bir bebekle kalakalıyordum. Demek ki zamanı gelmiş, beyfendi buna karar vermiş :)   Bundan sonrası için defalarca maşallah , hep böyle gider inşallah demekten başka söyleyecek laf bulamıyorum. Darısı uykusuz tüm annelerin başına.  

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Anneler gününüz kutlu ve mutlu olsun...

Merhaba, 
Bir gün gecikmeli de olsa anneler gününüzü kutlarım. Dün oğlum doğduktan sonraki ilk anneler günümdü. Geçen sene bu zamanlar," ha geldi ha gelecek , acaba anneler günü hediyesi mi verecek bana" derken, bizim ki "ben daha rahatım burda" demiş ve bir hafta daha beklemişti. (En kısa zamanda bu "gelişin" hikayesini de paylaşacağım ama önce bizimkinin öğle uykularının süresinin biraz uzaması lazım, yoksa bilgisayarı açmaya bile fırsatım olmuyor. :) )
Oğlum bir demet kır papatyasıyla kutladı anneler günümü. Gerçi babasının yardımıyla çiçeği tutmaya , daha doğrusu ağzına götürmeye çalışırken oldukça komikti. Ve ben -zaten gözyaşlarım hazır- bu komik tabloya da ağladım. ;,,) 
Beni en çok şaşırtan şey , telefonum susmadı. Doğumgünümden daha fazla insan aradı ve tebrik etti. Tabi ben yine ağladım :)
Dışarı yürüyüşe çıktığımızda, bir marketin önünden geçerken karanfil verdiler, anneler günü şerefine dağıtıyorlarmış, ağlamadım ama gözlerim doldu :) 
Anne olmayı çok sevdim. :)
Sevgiler...

10 Mayıs 2012 Perşembe

Bebekle alışveriş!

Sabahları erken uyanmak daha doğrusu uyandırılmak bazen işe yarıyor. Çarşıya pazara erken gitmek,ortalık daha kalabalıklaşmamışken  rahat rahat alışveriş yapmak keyifli. Benim gibi gece kuşu sabah uykucusu bir insan ne hale geldi. 2 sene önce sabahın 10 unda AVM ye gideceğimi, hatta bazı mağazaların açılmasını bekleyeceğimi söyleseler hayatta inanmazdım. Annelik değişim demekmiş.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

İlk Ses

Merhaba
Bu "ilk yazı", sıfatının hakettiği tüm gerginliği ve heyecanı taşımakta. Bu yüzden fazla kasmamalı, içimden geldiği gibi yazmalı galiba. 
Önümüzdeki hafta , tam bir yıl olacak anne olalı, minik mucizemizi kucağımıza alalı. Yeni hayatımızın ikinci senesine blog yazarak başlamak ve oraya buraya düzensizce tuttuğum notları artık düzene sokmak istedim. Bakalım "düzen" kelimesinin anlamını unutmuşken, başarabilecek miyim bu isteğimi. Her zamanki gibi hayal etmeye devam, hem istemek başarmanın yarısıdır değil mi ? :)