20 Ocak 2015 Salı

İzlediklerim, Vol.1

Kendimi bildim bileli en büyük hobim film izlemektir. Çocukken, televizyonda haftada 2 gün yabancı film olurdu. Bir tanesi pazar sabahları yayınlanan "kovboy filmleri", diğeri de salı akşamları yayınlanan yabancı film kuşağı... Gece geç saatlere kadar bekleyip izlediğimi hatırlarım.. Neler neler izlemedim ki, klasik filmleri daha 10-11 yaşlarında izledim sanırım, "Rüzgar Gibi Geçti", "Bazıları Sıcak Sever" , "Sokak Kızı İrma"...  Saymakla bitiremem. En çok müzikalleri severdim, çünkü orjinal sesle şarkıları söylerlerken, alt yazıda şarkının sözleri yazardı ve oyuncuların kendi seslerini duymak hoşuma giderdi. 

Cuma geceleri "Mavi Ay" izlerdik, ailecek... Yarısında falan uyuyakalırsam , cumartesi sabahlarına ağlayarak uyanırdım, çünkü tekrarını izleyebilecek bir teknoloji yoktu o zamanlar.

Neyse yazının amacı günümüz teknolojisi ve benim ne kadar yaş almış olduğum değil şüphesiz. Anne olduğumdan beri, evde daha da çok vakit geçirmeye ve çocuktan arda kalan zamanlarda (genelde o gündüz uykusunda, şanslıysam 1.5 saat kadar uyuyorken)  dizi izlemek, en büyük dinlenme yolum oldu.  Filmlerin yerini diziler almış değil elbette. Ama ben filmleri sinemada izlemeyi daha çok sevdiğimden ve dizilerin süresi kendime ayırdığım vakit için uygun olduğundan dizi izliyorum. Kafamı rahatlatıp, başka bir şey düşünmediğim, bir nevi terapi saatleri. 

Evet çok fazla izliyorum. Kötü diye bir diziden/filmden bahsedilmişsse, daha çok merak ederim hatta. O yüzden buraya her izlediğimi değil, gerçekten sevdiğim şeyleri yazmak istiyorum. 

"Hastane dizileri" ve "Hukuk dizileri" , özellikle amerikan sektöründe her zaman iş yapar ve izleyici bulur. Ben de oldum olası severim. House MD 'yi hala duymayan ve izlemeyen kalmamıştır herhalde. İzlenecekler listesinin en başına onu yazarken, arkasına da ER 'ı eklemeyi unutmayın. İlk gösterim tarihi 1994 olması sebebiyle, çoktan klasikler arasına girmiş bir dizidir. Benim için çok özeldir. George Clooney'i populer yapan , usta Tarantino'nun bile bir bölümünde yönetmenlik yaptığı, hatta hatırladığım kadarıyla bir bölümü gerçek zamanlı çekilerek izlenme rekorları kırmış şahane bir dizidir. 

Hukuk dizilerine gelince,  önerilerim daha güncel, her ikisi de yayın hayatına hali hazırda devam eden "Suits" ve "The Good Wife".  İkisi de vazgeçilmezim, o derece seviyorum ama "The Good Wife" bir tık önde yer etmiştir benim için. İzleyip karar verin, seveceksiniz. :)

Bir de senaryolarıyla kalbimi fetheden, aklımı mühürleyen diziler var. Fazla romantik tarifledim, neyse idare edin, iyi senaryolardan bahsederken biraz edebiyat yapabiliriz sanırım. :) 

Bu diziler arasında benim için ilk sırada, kesinlikle Mad Men gelir. Dönem dizilerini çok sevmemin yanısıra, inanılmaz işlenmiş hikayesi ve kapılıp gittiğim diyalogları bu diziyi benim için vazgeçilmez yapıyor. Ve tabi bir de Jon Hamm faktörü. ;)

Bir diğer senaryo şaheseri dizi ise Breaking Bad... Her bölümü ince bir nakış gibi işlenmiş, saf zekanın ürünü bir dizidir sanki. Her sezonu bir önceki sezonundan daha iyidir, ki bu uzun sezonlar boyunca devam eden diziler için pek mümkün bir özellik değildir. (bknz, Lost ve Dexter gibi final sezonunda patlayan diziler ) 

Şimdilik ilk aklıma gelenler bunlar... Klasikleri aklıma geldikçe, yenileri ise izledikçe eklemek istiyorum. Ve nasıl yapacağımı öğrenir öğrenmez blogda "İzlediklerim" diye ayrı bir bölüm açabilmeyi de. Görüşmek üzere... :)






29 Eylül 2014 Pazartesi

"Eylül" demek "Okul" demek artık...


Bu sene mi olsun , gelecek sene mi, olsun mu, olmasın mı, derken...
Bizim minik okullu oldu. Yürüme messafesinde ve içimize sinen bir kreş bulduk çok şükür. 3 yaş 4 aylıkken okul hayatı başladı oğlumun. Yeni hayat, yeni deneyimler demek. Aslında annelik/babalık kaygılarının yanına yenilerinin eklenmesi demek.


 "Minik çocuğunuzu dış dünyanın kollarına ilk defa bırakmak fikri sizi gerginleştirebilir. Fakat unutmayın; çocuğunuza kendi özgüvenini ve bağımsızlığını kazanabileceği bir ödül veriyorsunuz…"


Sıkıntısız süreç yok, neyse ki tatlı telaşlar, tatlı sıkıntılar bunlar, İlerde hatırlayacağımız güzel anılar olmasına şükredelim, en iyisi bu! :))) 
(Çok romantikleşmeden okulun ilk günlerine geçiş yapsam iyi olacak.) 
Alıştırma eğitimi, alıştırma süreci çok önemli. Kendisi etrafı iyice tanıyıp, güven duyana kadar, günde 1-2 saat okulda vakit geçirdik. Ben sadece ilk gün sınıfta beni görebileceği yerdeydim, Diğer günler aşağıda müdür odasında bekledim ve oğlum bunu biliyordu. Alışana kadar sınıfta beklemek yerine bunu aşamalı olarak yapmak, okula duyacağı güven duygusunun oluşmasına daha faydalı oluyormuş. Asla bırakıp kaçmadım. Okuldan ayrılacağım zaman haber verdim. Bir haftayı tamamlarken, 2 saat okulda bensiz kalmış ve bir olumsuzluk yaşamamıştık. Çok şükür başladığı şekilde devam ediyor. Eylül ayı tamamlanmak üzere ve bir aya yakın zamandır okulluyuz. 


Kahvaltısını okulda değil evde yapıyor. Çok erken kalkmaması için günün en önemli ve bence en mutluluk verici öğününde beraberiz yani.


"Yapılan araştırmalarda kahvaltı öğününü tüketen öğrencilerin: 
-Kilo kontrolünü daha iyi sağlayabildikleri belirtiliyor."

Okulda ise öğle yemeğini yiyor. Beslenmenin bu yaşlarda ne kadar önemli olduğu bir gerçek. Düzenli yemek saatlerini istediğimiz kadar kurmaya çalışsakta,  evdeyken sık sık aksaklıklar olabiliyor. Okul, bu düzenin sağlanmasına da oldukça yardımcı oldu bizde. 


Okuldan en büyük beklentim, oğlumun orada mutlu olması, arkadaşlarıyla geçirdiği vakitten keyif alması. Sevgi dolu bir ortamda olduğunu bilmem içimi rahatlatıyor. Gördüğü branş dersleri, yapacakları etkinlikler, vb. benim için bu saydıklarımdan sonra geliyor. 
Çok şükür, bugün de onu okuldan aldıktan sonra bana ilk söylediği şey, " Anneee, çok eğlendim.." oldu. Darısı hepinizin başına. :)



Not : Yukarıdaki alıntılar, katkisizsevgi.com sitesindeki "Okula Dönüş" bölümünden... Tüm makalelere ulaşmak için tık tık. 












15 Eylül 2014 Pazartesi

"...İLK seni sevdim..."

Çok duygusalım bu aralar. Her zaman öyleyimdir ama bu sıralar haddinden fazla...
Miniğim okula başladı, 
ben ondan daha çok strese girdim, 
alıştı mı alışacak mı derken,
okulun rahatlığına alışmaya başladığımı farkettim, 
yine gereksiz vicdanlar yaptım, kendimi yedim bitirdim,
gel gitlerle dolu bir ay yaşıyorum anlayacağınız...

Okula başlama/alışma süreci ile ilgili çok notum var yazacak,
ama biraz daha sürsün bu deneyim , daha iki hafta olmuşken ahkam kesmek istemiyorum açıkcası. :)

Ama bahsetmek, paylaşmak istediğim bir şey var. Katkısız sevgi nedir diye düşünürken, toparlayıp yazayım diye notlar alırken, bir akşam bir sohbet esnasında kendiliğinden çıktı tanım ortaya:

Okulun ilk günleri, o günlerden bir günün akşamında, uykudan önceki rutinimizi uyguluyoruz yine. Önce kitap okuruz, sonra sakin bir şarkı söylerim ona, hemen arkasından bilirim ne soracağını:

- Biraz konuşalım mı anne?
- Tabi oğlum,, ee neler yaptın okulda, eğlendin mi bugün?
- Evet , oynadım hep..
- Çok sevindim, arkadaşların ve öğretmenlerin seni çok sevdiler...
- Evet.. ( biraz duraksadı) ama ben İLK seni seviyorum anne...
- (Mutluluktan mest olmak neyse, yaşadım o an) Ben de İLK seni seviyorum oğlum,  iyi ki varsın..
- İyi ki varsın anne...


Sevginin en katkısızı, kesinlikle onların kalbinde, kurmak isteyip kuramadıkları cümlelerde, yarım yamalak söyledikleri sevgi kelimelerinde... iyi ki varlar...










8 Ağustos 2014 Cuma

Eski haller vs. Yeni haller...

Yeni bebek heyecanları sardı bu sene dört bir yanımı, kızkardeşim, yakınlarım, sadece sosyal medyadan tanıdığım bir çok arkadaşım bebek sahibi oldu, çok şükür, bin şükür... Kimisi de büyülü yolculuğunun son aşamasında heyecanla bekliyorlar bebeklerini şu sıralar,  sağlıkla kucaklarına alırlar inşallah.
Özellikle ilk kez bebek sahibi olan annelerin, ışıl ışıl halleri nasıl da hoş. Geçenlerde konuşurken bir arkadaşımla, "...çok sevdim ben bu bebekli halleri, şimdiden ikincinin hayalini kuruyorum!" dedi. Çok özendim  yaşayamadığım o mutluluk hissine... Çok mutlu olup farkında olmadığınız zamanlara kısaca "lohusa kafası" diyebiliriz sanırım.
Çünkü ben, harika bir hamilelik ve daha da harika bir doğum yaşamış olmama rağmen, bebekli ilk günleri, acemiliğin had safhada olduğu; telaşın, evhamın, etrafımdaki öğütlerin köpüre köpüre beni boğacak gibi üstüme üstüme geldiği o zamanları hatırlamak bile istemiyorum. Lohusalıkta ilk kırk gün ( evet "40" gerçekten sihirli bir rakam) aklımdan geçen tek şey şuydu, ".. bu insanlar (çocuklular) salak olmalı, hadi birer tane doğurdunuz, ikinciyi üçüncüyü hangi akılla yaptınız?" 
Ne fena, ne kötü bir insan izlenimi uyandırıyor öyle değil mi? Postpartumun kıyısından geçmiş, 'babyblue'ya dibine kadar batmış bir lohusanın iç sesiymiş bu meğer, benimle uzaktan yakından alakası olmayan o zamanki "ben"...
Şimdi mutsuz olduğunu düşünen bir 'yeni anne' gördüğümde yanına gidip "Sakin ol, nefes al, herşey güzel olacak..." demek istiyorum,"..her şey o kadar çabuk geçecek ki, bir bakmışsın, 'salak olmalılar' dediğin insanlara özenmeye başlamış, kafanda ikinci çocuk için hesaplar yapıyorsun. :)